Web3 Investor / Ex-vc / Ex-dev / Systems Engineer / Blockchain Enthusiast /
Building the future of AI-driven digital asset funds

I'm an investor. I used to help build startups.
I spend a lot of time on startups, crypto, seed stage investment, blockchain and tech

Takip Et

19 Kasım 2013

PAYLAŞIM EKONOMİSİ: Benim Olan Senindir

5 Kasım 2013 tarihli HBR Turkiye yazım.
http://www.hbrturkiye.com/blog/paylasim-ekonomisi/paylasim-ekonomisi-benim-olan-senindir

Dünyada yaklaşık 1milyar araç var ve bunların 740milyonu sadece 1 kişi tarafından kullanılıyor.
Evlerimiz yaklaşık değeri 7000TL yi bulan ve kullanmadığımız eşyalarla dolu. Ve bu eşyaların sahiplerinin %69'u bu eşyalardan para kazanabilecek olsalar paylaşmaya hazırlar.
En önemlisi her 10 kişiden 8'i “paylaşmanın insanları daha mutlu yaptığı” görüşündeler.
Dünyada internet uygulamalarının yayılması ile insanlar arası iletişimin artması aslında bireylerin içinde kodlu olan paylaşım hareketinin daha büyük çapta yapılabilmesini sağladı. Günümüz ekonomik sisteminin insan üzerinde yarattığı yan etkilere karşılık bir kaçış alanı olarak tanımlanmaya başladı. Paylaşım ekonomisi tanımı 2000li yılların başında Ortak kullanıma açık kaynakların bireyler tarafından sömürülmesi olarak tanımlayabileceğimiz “Ortak Malların Trajedisi” ile tetiklendi. Türkiye için yeni bir gündem olan paylaşım ekonomisini, kaynakların kollektif olarak kullanılması olarak tanımlıyorum.

İlk başarılı örneğini p2p müzik paylaşımı servisi olarak çalışan, milyonlarca insana yayılan Napster ile gördük diyebiliriz. Bu güzel başlangıç ABD'li plak şirketleri tarafından sonlandırılmış olsa da paylaşım üzerine kurulu sistemlerin internet üzerinden kollektif olarak nasıl çalışır hale gelebileceğinin kanıtıydı.

Paylaşım ekonomisinin alanı içinde şu an aklınıza gelebilecek herşey var diyebilirim. Bisiklet, araç, yolculuk, ev, zaman, bilgi, eşya paylaşımı gibi. Bu yukarıda bahsettiğim alanlarda Türkiye'de ve dünyada çalışır durumda olan uygulamalar bulabilmek mümkün. Global çapta bir algı değişiminden geçen kullanıcılar yeni kavramlar ile daha hızlı entegre oluyorlar fakat hala pilot aşamasında olan bir alandan bahsediyoruz. Kapital sistemin günlük yaşama ait tanımladığı maddeler ile şekillendirilen insanların, bazı uygulamalarda paranın geçmediği veya ücret karşılığı bir hizmet veya ürün alınacak olsa bile karşılıklı güvenin ilk sırada olduğu bir dünya içine adım atmaları kolay olmuyor.

Paylaşım ve kaynakların ücret karşılığı ortaklaşa kullanımı, bu amaca hizmet eden internet uygulamalarının ücretsiz oluşu, kullanıcıların başka kullanıcılara hızlı ulaşımı, ödeme işlemi komisyon ücretlerinin düşük olması, sosyal ağlar ile aşılmaya çalışılan güven sorunu, online ödeme sistemleri sayesinde eskiye göre ölçeklenebilir projeler ile büyüme şansı yakaladı.

34.000 şehirde kullanılan Airbnb, San Fransisco'da kullanıcılarının senede ortalama 58 gün evlerini kiraladığını ve 9,300$ gibi bir gelir elde ettiğini açıklarken, RelayRides üzerinden araçlarını kiralayan kullanıcılar ayda ortalama 250$ hatta bazı üyelerin 1000$ a çıktığını belirtiyor. Sahip olmak yerine kiralamak veya paylaşmak hem daha ekonomik oluyor hem de kaynakların boşa harcanmasını engelliyor.

Ülkemizde de bu alanda güzel uygulamalar yerini almaya başladı. Kullanıcıların para yerine kendi zamanlarını harcayarak hizmet satın aldığı www.zumbara.com, kullanmadığınız eşyaları paylaştığınız www.esyapaylas.com ve İstanbul'un trafik sorununu çözmek için çevreci bir dille yola çıkan yolculuk paylaşımı uygulaması www.yolyola.com. Hepsinin ilk karşılaştığı soru güvenliği nasıl sağlıyorsunuz oluyor. Paylaşım ekonomisi uygulamalarına karşı duyulan güven problemini biraz internet üzerinden alışverişin ilk zamanlarına benzetiyorum. İlk başlarda insanlar internet üzerinden kredi kartı bilgilerini yüzünü görmedikleri şirketlere teslim etmekten çekiniyorlardı. Sağlanan yorum ve puanlama sistemleri, online ödeme için gelen güvenlik önlemleri ve tüketicilerin sağladığı iyi geri dönüşler bu noktada artık bir güven sorunu olmamasını sağladı. Bu noktada paylaşım ekonomisine dahil olanların şunu net anlaması gerekiyor. Bu ekosisteme dahil olmak yeni bir tip karşılıklı ticaret, anlamlı ilişkiler ve bu ekosisteme dahil olanlar ile güven duygusu oluşturmaktan ibaret. Bu yeni bir düşünce sistemi ve eski kalıplar ile sorgulamayı bırakmak gerekiyor.

Her sosyal ağ uygulaması sorunu gibi geniş kitlelere yayılamadan kullanıcıların geri dönüş alma süresini azaltmak pek mümkün değil. Buna ek olarak devlet kurumlarının ve bazı grupların da paylaşım ekonomisi uygulamalarının karşısında durduğu örnekler yok değil. Araç kiralama ve paylaşım hizmeti veren Uber ve Lyft'in ABD'de taksicilere karşı verdiği hukuki mücadeleler, yakın zamanda New York eyaletinde airbnb.com üzerinden evlerini kiralama işleminin yasaklanması gibi olaylar kullanıcılar arası güven sorununun yanında paylaşım ekonomisinin büyümesi yolunda çıkan engeller olarak görünüyor.

Nufus yoğunluğunun artışı ile paylaşımın daha az dirençle yapılabilmesi, sürdürülebilirlik algısının gelişmesi ve varolan kaynakların daha verimli kullanılma çabası toplumsal etkenler olarak dururken, ekonomik etken olarak ta kişilerin kullanmadıkları eşya ve hizmetleri ücret karşılığı paylaşması gösterilebilir. Başarılı örneklerin büyümesini sağlayan ortak öğenin de kullanıcıların servisten gelir elde ediyor olmaları. Bu noktada devlet kurumları ve yasalar ile iyi geçinmek gerekiyor ve düzgün bir gelir modeli ortaya koymak epey zorlaşıyor.
Bu alanda Türkiye ve dünyada daha çok girişim görecek olsak ta her zaman olduğu gibi bu girişimlerin bazıları başarılı olurken bir çoğu ne yazık ki gelir modeli yaratma, büyük kitlelere yayılamama ve yasal engeller sebebiyle başarısız olacaklar.

1 Ekim 2013

SOSYAL AĞLAR NASIL SOSYALLEŞİR?

2 Eylül 2013 tarihinden itibaren yazılım projeleri, ürün yönetimi ve süreçleri, trendler hakkında Harward Business Review Turkiye websitesinde yazmaya başladım. İlk yazıyı buraya da ekliyim ki tarihe not düşelim. Çocuklarım bakar belki.

http://www.hbrturkiye.com/blog/sosyal-medya/sosyal-aglar-nasil-sosyallesir

Kurumsal şirketlerde ürün ve proje yöneticileri vardır. Şirkette çalışmaya başlamalarından çok daha önce yerleştirilmiş temel süreçleri öğrenip bunları en garanti yoldan uygulayarak yükselmeyi hedeflerler. Sıfırdan üretilmiş bir ürünün küçük tuğlalarla biraz daha güçlenmesini sağlarlar. Bu yöneticilerin altında çalışanlar, talepleri mailler yoluyla veya haftalık toplantılarla alıp çok soru sormadan, eklenecek yeni özelliğin kime satılacağını, müşterinin nasıl bir ihtiyacı olduğunu kavrayamadan en dipteki temel mühendis bakış açısıyla tamamlayıp evine giderler.

Fakat iş, bu güvenli yuvadan ayrılıp, konvansiyonel iş yapma yöntemlerini uygulayan firmalarla geleceğin ekonomik olarak sürdürülemeyeceğini fark eden dünyanın yeni gözdesi startup trenine atlamakla değişiyor.

İlk olarak, startup yapısı içinde, bir ürünü alışık olmadığımız şekilde sıfır noktasından ayağa kaldırıp pazara sokma işi karşımıza çıkıyor. Artık proje yönetim araçları, uzun ve kalabalık toplantılar, toplantı odaları yok. Beyin fırtınalarında, çevik süreçlerde proje çalışanlarının iletişimi için yapılan günlük “scrum meeting”lerde ve “wireframeler”de proje planlamaları günlük bazda ve genelde herkes masasındayken veya öğle yemeğindeyken değişiyor. En çok tartışılan ve verilen tüm emeklerin boşa gitmemesini sağlamak için aranan bir cevap var. Sorusu da şu: Kullanıcıları bir ürüne nasıl çekersin? Hem de bu ürünün yeni bir sosyal ağ olmasını istiyorsan?

İlk akla gelen şey, mevcut sosyal ağları inceleyip temel zorlukları tespit ettikten sonra bunları kullanıcı tarafında minimuma indirmeye çalışmak olacaktır. Sonrasında viral videolar, tanıtım mailleri, Facebook-Google reklamları... Bunları bir kenara bırakalım.

Sosyal ağların tavuk yumurta sorununu zaten biliyorsunuzdur. İlk kabulleniciler üye olduklarında, uygulama içinde hiç bir arkadaşları yoktur. Arkadaşları olmadan uygulama kullanılamaz. Uygulama kullanılmaz ise arkadaşlar davet edilmez. Uygulama çakılır kalır.

Artık klasik diyebileceğimiz Facebook, Google+, Twitter, LinkedIn gibi sosyal ağlar önce kullanıcıları birbirine bağlamayı vaat etti. Facebook için önce "okul arkadaşlarınızı bulun" mailleri geldi. Twitter, uygulamaya ilk giriş yaptığımızda ilgimizi çekebilecek popüler kullanıcıları takip etmemiz için bizi yönlendirdi. Bu uygulamalarla ilk aşamada, online olarak başkalarıyla aynı odada olma hissi verdiği için bağ kurduk. Fakat üyesi olduğumuz sosyal ağların sayısı o kadar arttı ki artık yeni birine üye olduğumuzda içeride yalnız kalmamak için tekrar sıfırdan arkadaş veya takipçi listemizi kabartmak için çaba sarf etmek istemiyoruz. Bunun farkında olan bazı uygulamalar Facebook-Twitter-Google+ login yapmaya olanak sağlayarak kendinizi yalnız hissetmenize engel olmaya çalışıyorlar. Bu sayede diğer sosyal ağ hesaplarınızla giriş yaptığınızda var olan arkadaşlarınızla bağlantınız sizin yerinize yapılmış oluyor. Bu noktada kullanıcıların uygulamalara Facebook bilgilerini verirken tereddütle yaklaşması incelenmesi gereken başka bir konu. Bu yöntemin kişinin Facebook şifresini ve sizin istemediğiniz hiçbir bilgiye elde edemeyeceğini de kullanıcıya anlatmak gerekebiliyor. Asıl konuya dönecek olursak, kullanıcılara üyelik formu doldurtmadan uygulama ile hızlıca haşır neşir olmasını sağlamak, kullanıcıyı yakalamak için çözüm olamıyor.

İçeriğin öncelik haline gelmesi

Çözüm, içeriğin öne çıkarıldığı uygulamalar sunabilmekte gizli. Pinterest ve Instagram gibi uygulamaların büyük etki yaratmasının arkasında, kullanıcılar uygulamayı kullanmak için giriş yaptıklarında kendi başlarına vakit geçirebilmelerini sağlayacak özellikler sunması yatıyor. İçerik üretmek ve kişiselleştirme araçlarıyla oyalanmak için kullanıcıya ait bir alan yaratıyorlar. Bu alanda ürettiğiniz içerik daha sonra bu uygulamaların en önemli malvarlığı haline geliyor. Paylaşım, ürünün reklamı ve kullanıcıların kendi ağlarını yaratmaları kendiliğinden oluyor. Çünkü kullanıcılar internet üzerinde geçirdikleri tüm zamanı değerli bir hale getirme çabasında. Instagram'da çektikleri ve filtrelerle oynayıp bakarken tahammül edilebilir bir forma soktukları fotoğrafların beğenilmesini istiyorlar. YouTube'a yükledikleri videoların milyonlarca kişi tarafından izlenmesini istedikleri gibi... Bunun için de kendi ürettikleri içeriği paylaşmaları gerekiyor. Bu paylaşım web veya mobil uygulamasının kendi reklamını da beraberinde getiriyor.

İçeriğin sunumu

Diyelim ki, kullanıcıların vakit geçirmekten hoşlanacağı başarılı bir uygulamanız var. Yukarıda bahsettiğim içerik tabanlı bir ağ olmak için bir faktör daha var: İçeriğin uygulama içinde yeni kullanıcılara düzgün şekilde aktarılması. Kullanıcılarınızın kendi kum havuzunda eğlenip çekip gitmemesi için bundan sonra beğenilmeye, konuşulmaya, onlarla etkileşime geçilmesine ihtiyaçları var. Bunun için de kullanıcıların ürettiği içeriği yaymanız gerekiyor. Bunun farklı yolları var. Üye kaydolurken gösterilecek seçilmiş içerik ve takip etmek isteyebileceği kişiler, uygulamanızın belirleyeceğiniz “keşfet” sekmeleri buna verilebilecek örneklerden. Bu da tam anlamıyla tüm enerjinizi kullanıcıya ve ürettiği içeriğe odaklanmak anlamına geliyor. Kullanıcılarınızın reklamını siz yapıyorsunuz. Onlar da sizinkini...

Yeni bir sosyal ağ yaratmayı artık bir süreç olarak algılamak gerekiyor. “Ben bir sosyal ağ yaratacağım” demek pek verimli bir bakış açısı olmaktan çıkmış durumda. Bunun yerine sosyal ağ dinamiklerini kullanan akıllı ürünler üretmek ve bunun için ürünün odağına içeriği yerleştirmek doğru bir bakış açısı olacaktır.

21 Haziran 2013

webrtc nedir?

Skype, GoogleTalk olmadan da web tarayıcısı üzerinden ve hiçbir yeni uygulama yüklemeden anında görsel ve sesli iletişim kurabilmek teknik olarak mümkün. Ancak bunun için standart bir protokol yoktu. Google, Firefox ve Opera el ele verip hadi şu işi netleyelim diyene kadar. IE ve Safari yine kibirlerinden ödün vermediler.
Bu adamlar WebRTC (Web Real Time Communications) adında bir W3C standardı üzerinde 2011 yılından beri çalışıyor. Bu sayede tek bir HTML5 uygulaması ile farklı sistemler ve tarayıcılar üzerinden gerçek zamanlı sesli ve görsel iletişim mümkün. Gerekli kütüphaneler tarayıcılarda gömülü geliyor ve standart Javascript API'leri sayesinde yönetilebiliyor, herhangi bir cihazda kullanıcının ihtiyacı olan tek şey bir adet cirlop gibi chrome.

Bu ne demek? Yani web tarayıcınızdan bir web sitesine bağlanıp direk başka birini arayıp onunla video ve ses aynı anda görüşebileceksiniz. Bundan banane skype-viber vs var demeyin. Bunlara gerek olmadan, internete giren her pc'den herkes ile konuşabilmekten bahsediyoruz. Bu voip telekom alanında çalışan yeni girişimlerin de çoğalmasını ve hızlı ürün geliştirmeyi sağlayacak.
Fakat iphone'u olanlar ne halt edicek belli değil. Ha bu haber yeni gibi yazdım ama değil tabi ki. İş sebebiyle araştırma yapmam gerekti. Okudum ettim biraz. Anladığımın özetini geçtim.

Web RTC projesi ile ilgili detaylar: